yeşilçam’ın klasiklerindendir: mutlu bir aile, kocasına hiç azalmayan bir aşkla ve dudaklarına her zaman yapışık bir gülümsemeyle bakan bir adet kendisini evine adamış kadın, blurlanmış bir gecenin ürünü bir çocuk, güzel bir ev, dadılar, bakıcılar, bahçıvanlar, şoförler. her şeyin yolunda olduğu bir hayat.
bir gün, evin ‘erkeğine,’ evlendiği kadına olan aşkı yüzünden uyuz olan ve haliyle aşık da olduğu için evin ‘kadınında’ gözü olan, cinsiyetinden sıyrılmış bir canavar, her şeyiyle bölüm sonu canavarı bir ırz düşmanı kareye girer ve kadına “benim olacaksın” diye saldırır. öyle ya, kadın, içine girildikçe sahip değiştiren bir kişidir, kadının bedeni kendisine ait değildir, olamaz. saldırı sonrası kadın kocasından bu kişiye geçecektir. kadın saldırgana, kocası onları basıncaya kadar direnir, tamı tamına o kadar gücü vardır. o esnada kocası gelir, ikiliyi ‘basar,’ önce hüküm iddiasında bulunan erkeği yumruklar ve evden kovar, ardından da kendisine neredeyse tecavüz ettirmek suretiyle büyük suç işlemiş kadının yalvaran bakışlarına gözünü dikerek kadına tokadı basar, kadını evden kovar.
kadın kovulurken konuşmaz, doğruları anlatmaz. izleyenler olarak “bana tecavüz etmek istedi, bir ilişkim yok” demesini bekleriz. çünkü tecavüz bile gerçekleşmemiş ve yasal olmayan penis, başkasının sahip olduğu ‘malın’ sınırlarını bile geçmemiş, değil mi? ama yine de konuşmaz. gerçeklerin ortaya çıkması önemli değildir, önemli olan boyun eğen kadınlığı göstermektir.
kadın, evinden ve çocuğundan koparılmıştır artık. uzun yıllar boyunca detaylarını bilmediğimiz bir fakirlikte yaşar. kıt kanaat geçinir, aç kalmaz ama doymaz da, başını sokacak bir yeri vardır ama tavanı akar. “yettirebilen bir şekilde yettiriyor demek ki” diye düşünürüz izlerken, fakirliğin kademeleri o kadar belirsizdir. izole edilmiş hayatından şikayetçi de olmaz ama, her daim gizli gizli kocasını, çocuğunu izlerken buluruz. hatta bazen kocası yeniden evlenir, onu da gözlerinde yaşla, kaderine boyun eğerek izler.
uzun yıllar sonra, bir gün, erkek gerçeği bir şekilde öğrenir. haksızlık ettiği karısını bulmak için harekete geçer, çoğu zaman bulur da. “affet beni sevgilim” ile başlayan erkeğin attığı adım, “sana hiçbir zaman kızmadım ki sevgilim” ile karşılanır. neticede erkek haksız değildir elbet, haksız olamaz. sadece yanlış anlamıştır. yanlış anlamamış olsa misal, kesinlikle haklı. yani kendisine tecavüz edilen kadın tokatlanıp evden kovulmalı, adamlık bunu gerektirir. sonuçta ikili birbirine kavuşur, kadın gözyaşları içinde, erkek şefkat duyan bakışlarla. kadın hemen akabinde çocuğuna da legal erişim sağlayabilecek duruma gelir ama önce kocaya sarılır. artık her şey bitmiştir, bütün sorunlar çözülmüştür.
kimsenin adama “mal, baştan neden mal gibi davranıyorsun?” diye sormaması dışında.
kadın çok küçük yaşlardan beri, bir kız çocuğu olduğu andan itibaren, bunlarla büyüyor. sadece yeşilçam filmlerinden bahsetmiyorum. hatta bu filmler, daha ileriki yaşların konusu. artık kadının, “öğrenilmiş kadınlık okulu” diplomasını almaya yakınken aldığı final dersler denilebilir. ailen, ailen değilse okuldaki öğretmenlerin ve arkadaşların, komşun, apartmanın altında dükkânı olan terzi, herkes kız çocuğunu ileriki yaşlara hazırlıyor. herkesin bir kız çocuğunun yapması ve yapmaması gereken şeylere dair birlik içerisinde bir fikri var. toplumun iyiliği adına aldıkları didaktik konum da muazzam. bir kız çocuğu, ezilebilmek için, çok uzun yıllar eğitim görür, yine de tökezler ha, hayatı boyunca, azalarak da olsa devam eden, hiç bitmeyen bir “kadınlık nasıl olur” kariyer süreci var.
kadınlar, yaşadıkları sıkıntılardan kolay kolay bahsedemiyor. bugün, kadın hareketi ivme almışken dahi, maruz bırakıldıkları sıkıntıları dile getirmekte zorlanıyorlar. dile getirdiklerinde doğruluğu sorgulanıyor, dile getiren hayattan soğutuluyor, linç ediliyor, hakaretlere boğuluyor. bu edilgen cümlelerdeki gizli özne: erkek egemenliği. bugün bir kadın öldürülmeden haklı olamıyor, öldürüldüğünde bile çoğu zaman haklı olamıyor gerçi. seçimleri, yaptıkları, yapmadıkları herkesin ağzına sakız. “ama öldü efendim”in muhatapları aslında çok fazla.
kadınsan bir sürü şeye maruz bırakılan bir canlısın. her kadın, öyle ya da böyle, az ya da çok, cinsiyetinin ona getirdiği ‘tatsızlıklardan’ nasiplendiriliyor. her türlü şiddete, saldırıya sistematik olarak maruz bırakılıyor. devlet de aynı toplum gibi, bilinçli bir şekilde, yasalardaki göstermelik eşitliği pratikte kadın aleyhine işletiyor. kadının vatanı, sınıfı yok, olamıyor.
bize kalan tek savunma hattı, önce kadını örgütlemek, sonra birleşerek toplumda ses yükseltmek. toplum şımarık tabi. sana eşitliği verebilmek için kendi şartlarını öne sürüyor, talepleri var.
mesela öncelikle başına bir şeyin gelmemiş olması için çabalamış olman gerekiyor: sevgilin seni dövdüyse bu sevgilin var demektir, sevgilin olmasaydı bunlar başına gelmezdi. tecavüze maruz bırakıldıysan, kuytu köşelerde, geç saatlerde filan gezmeseydin yani ne yapalım? kocana dırdır edersen seni dövebilir, dırdırcılık iyi bir şey değil. yani evi erkek geçindiriyor, para lafını edenler sevgiden bihaberdir, aile bağını çoook yanlış anlamıştır, ne demek kocana bankamatik vermemek? “e herif zaten uzaktan belli, bela yani, ben bile yanından geçerken korkarım, sen bir de bununla evlenmişsin.”
bütün bunları yapmamana rağmen başına bir şey mi geldi? o zaman eh biraz hak veriyor ama yine şartları var: misal bundan sonra gülmemen lazım. başına o kadar büyük bir bela gelmiş, bundan sonraki hayatına hep bu acıyı duyarak devam etmen lazım. başka erkeklerle gezmemen lazım, sık sık ağlaman lazım, psikologlardan, psikiyatristlerden çıkmaman lazım. kız arkadaşlar hariç sosyalleşmemen lazım, ki onlarla da öyle çok görüşmemen lazım.
kızlar, bunu iyi bilelim, adını dosdoğru koyalım: bizi ‘haklı’ bulabilmeleri için, bize yapılan her şeyi, ömrümüz boyunca yanımızda gezdirdiğimizi bilmeleri lazım.
bu bir erkek reaksiyonu, mücadele edilmesi gereken binlerce şeyden biri. ve bunların hepsinde olduğu gibi, bu da kadınlara dayatılıyor; kadınlardan, çektiği bütün acıları asla aşmamaları ve hayatlarını ona göre düzenlemeyi içselleştirmeleri bekleniyor.
başımıza bir sürü şey geldi, geliyor evet. ama ne yapalım mesela? bir daha gülmeyelim mi? kimseyle konuşmayalım mı? dışarı mı çıkmayalım misal? işlerimizden mi ayrılalım? ne yeter mesela bize, magmaya mı girelim? napak yani, ömrü billah italik mi durak?
bize ne yapılırsa yapılsın, mücadelemizden geri kalmayacağımızı hep söyledik. hepimizin mücadelesi hep bu: “bir kadının bile hayatını kolaylaştırsam ben daha ne isterim.” kederimizde boğulmamayı, ölmemeyi, yaşamayı, başımıza gelenlere rağmen mücadeleyi örmeyi bırakmamak lazım. erkeklerin bizden istediklerini, beklediklerini yapmamak lazım. başka kadınların kurtuluşu için.
Görsel: Rawpixel, CC BY-SA 4.0, via Wikimedia Commons