Bu bir tatbikat değil!

Bu bir tatbikat değil! Hem soyunma odaları, hem tuvaletler, hem mücadelemiz, hem geçmişimiz, hem adımız bizim! #ThisIsNotADrill

Temelde iki tür söylem var: insanların arasındaki ayrımları vurgulayan söylemler ve insanların arasındaki ortaklıkları vurgulayan söylemler. İlki ayrıştırıcı, ikincisi birleştirici. İlki ayrımları ve farklılıkları, duvarlar örmek, ihtilafları beslemek için vurgular, en nihayetinde ırkçılık ve cinsiyetçilik gibi marazlara ulaşır. İkincisi, farklılıklarına rağmen ortaklaşmanın ve dayanışmanın zeminini kurmaya çalışır. İster politikacı, ister entelektüel, ister feminist, sözü kim ediyor olursa olsun, sadece buna bakarak söylemlerinin bu temel niteliğine karar verebilirsiniz: bu ayrımcı bir söylem mi, ortaklaştırıcı bir söylem mi? Bu bir ölçüt, bir araç. Her yerde kullanabilirsiniz. Bu yazı özelinde de kullanın.

İstanbul LGBTİ Onur Haftası Komitesi’nin Hormonlu Domates LGBTİ+fobi Ödüllerinde, “Transfobi Özel Ödüllü” kategorisinde “TERF” diye adlandırdıkları kadınlara yer vermesi, listedeki kadınların yazılarında transfobi yapmış oldukları iddiasıyla gerekçelendirildi. Böylece geçtiğimiz yıllarda daha çok sosyal medyada meydana gelen bir tartışma tekrar alevlendi, yazılar yayınlandı, paylaşımlar yapıldı. Bu listeye kendisini feminist olarak tanımlayan kadınların alınmış olması ve LGBTİ+ Onur Haftası Komitesi’nin feministleri transfobik olarak yaftalamasının yanı sıra, bu listedeki tek yabancı olan ve çekiliş sonucunda ödülü alan Harry Potter serisinin yazarı JK Rowling’in aynı günlerde yazmış olduğu, kişisel hikayesini de katarak kadınlara özel alanları savunma gerekçelerini anlattığı yazı dolayısıyla Rowling’in Twitter paylaşımları da gündeme geldi. Kendilerini feminist olarak görenler ve feminizmi savunanlar arasında sosyal medyayı hiç takip etmeyenler ya da çok az takip edenler (evet, sosyal medyayı herkes takip etmiyor); trans aktivizm, lgbti+, radikal feminizm, toplumsal cinsiyet tartışmalarını ve başka ülkelerdeki gelişmeleri yakından takip etmeyenler; bu yazılardan, ilk olarak bazı feministlerin translardan nefret ettiklerini ve onları dışladıklarını, nefret söylemi yaydıklarını ve hatta ölümlerine neden olduklarını öğreniyorlar. Ardından, bir takım “Trans Dışlayıcı Feministler” arasına kendilerini yakıştıramadıkları için, günümüzde politik bilinçlenmenin performansı haline gelmiş “trans kadınlar kadındır” sloganını tekrarlayarak, taraflarını belirtiyor; madem ki bir tarafta TERF denen bir takım feministler, diğer tarafta da LGBTİ+ hareketi var, o halde elbette ikincisine desteklerini bu şekilde ilan ediyorlar. (Aslında bu pozisyon alma hallerini izlemek eğlenceli olabilirdi: tabi ki tanıdığım, adını bildiğim, yazdıklarını okuduğum kadınlar tehdit, parmak sallama, susturma, itham etme, hedef gösterme gibi tartışma kültürünü yıkan bir tavır takınmıyor olsaydı. Susturma yollu bu yeni tür aktivizm, başka bir yazının konusu.)

Bu tartışmalar nereden çıktı? Neden başka pek çok sorun varken, Kovid-19 gibi bir salgınla dünya nüfusları olarak yüzleşirken, ve yine tüm dünyada, belki de istisnasız, salgını bahane eden yolsuz yönetimler otoriterleşirken, ve her gün kadınlar öldürülürken, ve her gün nefret suçları işlenirken, ve her gün iş cinayetleri olurken, ve derinleşen ekonomik kriz tüm toplumsal şiddet biçimlerini tetiklerken, ve küresel iklim krizi dünya üzerindeki yaşam çeşitliliğini ve insan yaşamını topyekun bir çöküşle tehdit ederken, neden bu TERF-Trans kavgasında mesela umumi tuvaletleri ve soyunma odalarını konuşuyoruz? Şu açıdan haklı bir tespit: mücadele etmemiz gereken ve acil olan çok konu var. Öte yandan iki nedenle haksız bir tespit. Birincisi: Çünkü aslında konuşamıyoruz. Yani tarafların tartışması diye bir şey gerçekte yok. Bunun neden böyle olduğunu bu yazıyla açıklayabilirim diye umuyorum. İkincisi de, bu kavgada çatışma alanlarından sadece birisi olan, cinsiyete dayalı olarak ayrılmış alanlara erişime dair tartışmayı feministler başlatmış değil; trans aktivizmin yurtdışında görünür olduğu yerlerden ilkinde, Kanada’da Vancouver Tecavüz Yardımı ve Kadın Sığınma Evi’ne iş başvuru yapan bir trans kadın olan Kimberly Nixon’ın, gönüllü danışman olarak yetiştirilmek üzere eğitime kabul edilmemesi sonrasında 1995’te başlattığı ve 2005’e kadar uzanan yasal süreç, 2019 yılında Vancouver Şehir Meclisi’nin kuruma yardımı kesmesiyle sonuçlandı ve kadınlara ayrı alanların kullanımı dışında, kadınların kendi başlarına örgütlenme ve dayanışma haklarına dair tartışmalar yaratan bir yasal süreç oldu. Bu açıdan, umumi tuvaletlerde ve benzeri, cinsiyete göre ayrılmış mekanlara dair mücadele bitmiş değil ve hala kadınların meselesi. Bu tespit, yani şimdi anlamsızca tuvaletlerin konuşuluyor olduğu iddiası, kadınların sokağa çıkabilme, toplumsal hayata, iş hayatına katılabilme çabalarını, örgütlenme mücadelelerini silen, küçümseyen bir iddia. Kadınların kendilerine ait umumi tuvaletlere, soyunma odalarına sahip olma mücadelesinin de bir tarihi var ve toplumsal yaşama katılma konusunda önemli bir dönemeç. Kadınların yüz yıldır oy verebiliyor olmaları, artık üniversite okuyabiliyor olmaları, eşlerinden veya babalarından izin almadan çalışabiliyor olmaları, geçmiş deneyimleri ve halihazırda süren mücadeleleri bu kadar çabuk önemsizleştirilmemeli. Dünyada eşitsizliğin ve yolsuzluğun nispeten fazla olduğu, aşırı sömürülmüş yerlerde, kadınların ve kız çocuklarının erkek şiddetinden ve tecavüz tehdidinden korunması, gündelik hayatın bir gereği, bir hayatta kalma dürtüsü. Toksik veya histerik bir korku değil. Bu öğrenilmiş ve içselleştirilmiş korkunun nedeni kadınların histerik fantezileri değil, cinsiyetçi ve eril şiddetin hakim olduğu toplumun kendisi. Bu yerleri düşünürken de sadece Hindistan’ı veya Tayvan’ı değil, Türkiye’yi de katmamız gerekiyor, evet, Kadıköy’ü de, Beşiktaş’ı da.

Buraya kadar ön ek veya açıklama kullanmaksınız “kadın” kelimesinin kullanılmasından, şimdinin moda deyimle “tetiklenmediyseniz,” yani “bir dakika kimden bahsediyor bu yazı, hangi kadınlar” demediyseniz, yukarıda bahsettiğim tartışmaları yeterince yakından izlememişsiniz demektir. Çünkü bu tartışmaları takip eden ve yeni “toplumsal cinsiyet” (gender) kimliği siyasetini ve ideolojisini merak edenler, bir tavşan deliğine düşmüş, orada ilerledikçe “kız taşağı,” “dişi beyin, eril beyin” ve benzeri bir takım tutarsız, bilimdışı iddia olduğunu, dahası bu iddialara dayanarak yasaların ve düzenlemelerin değiştiğini, değiştirilmek için bir kavga verildiğini görüp bunu başkalarına aktarmaya çalıştığında en hafif tabirle abartmakla (ya da histerik olmakla), en ağır tabirle de trans kadınları öldürmekle suçlanıyor. Bu tepkilerin sonuncusu, yıllar içinde bir sürü faşistin listelendiği bir listede kendilerini feminist olarak tanımlayan kadınları listelemek ve transfobik olmakla suçlamak ve bu şekilde isimle hedef göstererek, kişisel saldırı ve tacizlere açık bırakmak oldu.

Bu yazı, sosyal medya kullanmayan veya bahsettiğim tartışmaları izlemeyen, yeni izlemeye başlamış, kendisini feminist olarak tanımlayan, tanımlamayan, lgbti+ haklarını destekleyen, lgbti+ harflerinin açılımını bilmekle birlikte + işaretinin anlamını merak eden, tüm kadınlara ve kadın olmayanlara. Ama en doğrudan ve en gönülden, 8 Mart Gece Yürüyüşü’nde beraber yürüdüğüm kadınlara. Bu yazıyı en çok onları düşünerek yazıyorum. Çünkü bir süre önce benim yapmış olduğum gibi bir gün gelecek onlar da tavşan deliğinden içeri girecek, yani tuvaletler, spor müsabakaları, cinsiyet beyanı gibi tartışılan konuların ayrıntılarını ve vardığı yerleri öğrenip, “bir dakika, nasıl yani!” diyecek. Sosyal medyada bu ayma anının adı bile var (#PeakTrans, ve evet, translar ve geyler için de trans aktivizmin “zirve yaptığı an” var, çok kapsayıcı bir ayma anı bu). Ve o an geldiğinde, hangi gerekçelerle olursa olsun, en kalabalık ve sesi en yüksek çıkan gruba dahil olup diğer taraf diye algıladıkları tarafa parmak salladıkları, yaftaladıkları, hedef gösterdikleri için, ve platformsuzlaştırma çabalarına dahil olmuşlarsa bundan dolayı utanacaklar. O zaman ben yine burada olacağım. Biz yine burada olacağız. Sizi affedecek miyim bilmem, ama dinlemeye hazır olacağım. Çünkü bu kaygıları dile getiren ve kendisini feminist olarak tanımlayanları, feminizmlerden biri, feminist hareketin bir parçası olarak görmek yerine dışında bırakmak, “sözde feminist,” “akademisyenler,” “okumuş beyaz kadınlar” ve benzeri ayrımcılık diliyle hedef göstermek veya gösterilmesine destek olmak, az buz bir şey değil. Ayrıca, velev ki, bu uyarıları yapanlar feminist olmasın.

Peki tartışılan ne? Ve neden bazı kadınlar, cinsiyet temelinde ayrılmış olan umumi tuvaletleri, soyunma odalarını, spor müsabakalarını dert ediniyor, mesele yapıyor? Yukarıda “aslında konuşamıyoruz” dememin nedeni şu: bazı kadınlar, erkek şiddeti yüzünden, kadınların özgürleşme mücadelesindeki kazanımları olarak gördükleri cinsiyete göre ayrılmış yerlerin, kız çocuklarının ve kadınların güvenliği ve güvende hissetmeleri için önemli olduğunu ve korunması gerektiğini savunuyor. Aralarında translar da olmak üzere bazıları da bunun ayrımcılık olduğunu, bu yerlere trans kadınların da alınması gerektiğini söylüyor. Tartışma, TERF ile trans kadınlar arasında başlamış ve taraflar böyle tanımlandırılıyor olmasına rağmen, konu tıp müdahaleleri, psikolojik destekler, hukuki düzenlemeler, ve genel olarak kadınların tarihsel olarak ezilen bir sınıf olmasından kaynaklı tarihsel dezavantajlarının giderilmesine yönelik cinsiyete dayalı kazanımlara uzandığı için, özellikle yurtdışında tartışmaya pek çok farklı alandan gruplar ve uzmanlık alanlarından insanlar da katılıyor. Dolayısıyla bugün bu tartışmaların 2. dalga feminizmin takipçisi feministler ile trans kadınlar arasında gerçekleştiğini söylemek yanlış olur. Meseleyi “TERF’lerle Transların kavgası” ve benzeri başlıklarla aktaran özellikle İngiltere’deki basının, feministleri ve transları bir ucube gösterisinin karikatürlerine dönüştürmelerinin, her iki taraf için de olumsuz etkilerini de görmek gerekir.

O halde bu tartışmaların fay hattı nerede? Tartışmaların ana ekseninde, “toplumsal cinsiyet” ideolojisini (gender ideology) savunan ve özellikle sosyal medyada aktif olan Trans Hakları Aktivistleri (THA) ile bu ideolojiye itirazları olan ve cinsiyetin, ahlaki değil bilimsel bir olgu olduğunu söyleyenler var. İlkinin savunma hattı epey geniş bir yelpazedeki argümanları içeriyor ve burada LGBTİ+ müttefiklerini, kadın hakları mücadelesinin doğal olarak diğer ezilen grupları kapsaması gerektiğini savunan feministleri ve özgürlükçü soldan pek çok grubu da bulmak mümkün. Öte yandan uç bir karşı kültür olarak, istemsiz bekar diye anılan Erkek Hakları Aktivistleri, özellikle sosyal medyada küfür, hakaret ve tehdit ile tartışmaları kilitleyerek ve trolleyerek yaptıkları sosyal medya “aktivizmi” ile Trans Aktivizmi’ne eklenerek, özellikle tanınmış kadınları hedef alıyor ve kadın düşmanlığı yapıyorlar. (Ağır küfür ve hakaret içeren bu tweet derlemesi, sadece JK Rowling’in Twitter hesabına yollanmış küfür ve hakaretleri içeriyor.) Bu ilk grubun karşısındakileri ise Gender Critical, yani “toplumsal cinsiyet kavramını eleştirenler” diye tarif etmek mümkün. En görünürde lezbiyen feministlerin, radikal feministlerin ve ülkesine göre muhafazakar Hıristiyan grupların olduğu, yine siyasi olarak homojen olmayan bir grup. Kendisini böyle tanımlayanlar arasında translar da var. Burada biraz duralım çünkü konu tuvalet değil de, müsabaka sporları olduğunda da tartışamamada aynı dinamik işliyor. Trans aktivistler, yasalarca korunan, cinsiyet ayrımına dayalı hizmetler ve uygulamalardan, yasa maddelerinden yararlanmak istiyor. Buna karşı çıkanlar (toplumsal cinsiyet kimliği ideolojisine eleştirel yaklaşanlar), bu taleplerin, talep edildiği şekilde karşılanmasının, kadınların kazanılmış haklarını ortadan kaldıracağını, ayrıca çocukların korunması ilkelerini ve tıpta zarar vermeme ilkesini ihlal edeceğini (söz konusu yere göre halihazırda edildiğini) söylüyorlar. Trans aktivistler, transların ezildiği, ayrımcılığa ve şiddete uğradığı gerekçesiyle haklı olduğunu iddia ediyorlar. Bu argümanın yetersiz ve hatta alakasız olduğunu söyleyerek karşı çıkanların söyledikleri ve gerekçeleri, ayrımcı olduğu, fobik olduğu gerekçesiyle reddediliyor ve susturuluyor. Dolayısıyla, tavşan deliğinin sonunda vardığım trans aktivizmin yüzü, kadın odaklı taleplerin inkarı ve susturulması olduğu için ve bunu yaparken kullanılan hedef gösterme, susturma, işinden etme, platformsuzlaştırma, yaftalama, tehdit, fiziksel şiddetle tehdit ve “no debate” yani “sizinle tartışmıyoruz” pratiğine dayalı aktivizm olduğu için, işin ucu kadın düşmanlığına, tartışma ortamını zehirlemek olan bir totaliterliğe varıyor. Bu yazıyla başkalarına seslenmemin asıl nedeni bu: Bu bir tatbikat değil! Karşılıklı konuşma ve tartışma pratiklerimiz ve imkanlarımız, tehdit altında! Öğrenmeden fikir sahibi olmaya, en çok sesi çıkana katılmaya karşı uyanık olmamız, aramızda bunu yapanları uyarmamız, yüzeyde mantıklı görünen talebe koşulsuz destek vermeden bilgilenmemiz gerekiyor. Örneğin benim aklıma gelen ve henüz yanıtlarını bilmediğim sorular:

1. Trans olmak, doğuştan gelen bir şey ise, neden tıbbi müdahaleye (hormon terapileri ve ameliyatlar) gereksinim var?

2. Trans kadınların ve erkeklerin, kendi beyanlarına (ve sadece kendi beyanlarına) dayalı olarak kadın (ve erkek) olmalarının yasalarca tanınmasının, hukukta, tıpta, sporda, nüfus sayımında, toplumsal yaşamda, doğrudan ve uzun vadeli sonuçları neler? (Dahası, bunları tartışabileceğimiz ortamlara ve koşullara sahip miyiz?)

Örneğin, kendi beyanıyla kadın olduğu yasalarca kabul edilen, erkek bedeninde doğmuş bir trans kadın, sağlık belgelerinde de kadın (female) olarak mı kaydedilecek? Kan gereksinimi, düzenli tıbbi kontroller, yaşla artan risk değerlendirmeleri gibi hizmetlerde bu, tıbbi bir sorun yaratmayacak mı? Ve en önemlisi, translar bunu talep ediyorlar mı? Translar arasında bu konuda bir uzlaşma var mı? Yoksa translar da kendi aralarında, en çok sesi çıkanların totaliterliğini mi deneyimliyor?

Bir başka örnek, kadın olduğunu beyan eden ve bu beyanı yasalarca kabul edilen bir trans kadın, suç işlediğinde, kadın olarak mı kaydedilecek? (Bu suç, cinsel içerikli ya da şiddet suçu ise, kadınların korunmalarına dair tutulan istatistiklere yansıdığı için bunun sonuçları, trans olmayan kadınları da ilgilendiriyor). Kadın hapishanesine mi gönderilecek? (Önemli not: kadınların yaptıkları itirazların gerekçeleri fobik olarak görüldüğü için, trans kadınlar için bir başka çözüm bulma önerileri şimdiye kadar geri çevrildi. Tartışma olamamasının bir başka biçimi: trans aktivistlerin tek söylediği “ya x’i kabul edersiniz, ya da fobiksiniz, ayrımcısınız ve benzeri.”

3. Cinsiyet dönüşümü için uygulanan ergenlik gelişimini önleme ve diğer hormon terapileri, mastektomi (göğüslerin alınması), histerektomi (rahmin alınması) gibi kimisi geri dönüşsüz ve çoğunda uzun vadeli sonuçlar üzerine araştırma olmadığı için bilinmediği tıbbi müdahalelerin hukuki ve tıptaki etik boyutlarını hangi organlar ve kurumlar belirliyor ve denetliyor?

Bu tıbbi müdahalelerin kapsamı ve yaygınlığı nedir? Trans erkekler ve kadınlar arasında, terapi gören ve değişime başlayanlarda kısırlaşma (ve cinsel haz alabilme becerisini kaybetme) oranı nedir?

4. Erkekten kadına ve kadından erkeğe geçişte (transition) ve geri geçişte (detransition), sınır nerede? Nereden sonra diğer tarafa geçiliyor?

Örneğin, Uluslararası Olimpiyat Komitesi, müsabakalı sporlarda kandaki belli bir testosteron seviyesini, trans kadınların kadın olarak yarışmasında yeterli ve tek ölçüt olarak kabul ediyor. Kadın bedeni ile erkek bedeni arasındaki tek fark, tek bir hormonun seviyesi midir? Bu farkların nihai bir listesini (örneğin, akciğer kapasitesi, beden uzunluğu, iskelet yapısı, kanın oksijen taşıma kapasitesi, kas gücü, kas esnekliği, vs.) yapmak mümkün mü (bu, daha çok felsefi bir soru)?

5. Trans aktivistler, neden neredeyse sadece trans kadınların haklarını savunuyor? Neden trans erkeklerin haklarını ve sorunlarını dile getirmiyor?

6. Transların değişimleri için uygulanan tıbbi müdahaleler ve ölçütler, interseks bireylere yönelik geliştirilmiş tıbbi uygulamalara dayanıyor. (Bugün “interseks”, tıp literatüründe daha çok “Cinsiyet Gelişim Bozuklukları”, Disorders of Sex Development – DSDs, olarak adlandırılıyor.) Tıbbın intersekslerin toplumsal hayata katılmalarına yönelik tarih içinde geliştirmiş olduğu müdahaleler ve tedavilerin bazıları sonradan etik ve sağlık açısından sorunlu bulunmuş ve terk edilmiş olmasına rağmen, o tedavilerden devşirilen geçiş terapilerinin benzer sorunlar yaratmayacağını kim, hangi kurum, hangi ölçütlere göre değerlendiriyor?

7. Kadınlar ve kız çocuklarının toplumsal hayata katılımını kolaylaştırma ve onları korumaya yönelik, cinsiyete göre ayrılmış mekanların, kadınların cinsiyet ayrımcılığına karşı yasalarda edinmiş oldukları kazanımların, değişmeksizin kalması (ve bittabi iyileştirilmesi), bunun yanında trans bireylerin de aynı şekilde toplumsal hayata katılmasını ve korunmasını sağlayacak düzenlemelerin yapılması mümkün değil mi?

Bu soruların tümü, trans aktivistlerin taleplerinin, kadınların özgürlük hareketi, cinsel özgürlük hareketi, feminizmler, kuzey Amerika’daki Siyahların Hayatları Değerlidir hareketi, tüm dünyadaki yerel halkların özgürlük hareketleri nezdinde doğurduğu sorular. Bu talepleri anlaşılır ve tutarlı bir şekilde ifade etmek ve iletmek, trans aktivistlere düşüyor. Kadınların (ve lezbiyenlerin, ve geylerin, ve intersekslerin) kazanımlarını hedef alıp kuyuyu zehirleyen bir aktivizmi yürütmeyi veya böyle yapanları dışlamamayı tercih ettikleri zaman, şimdiye kadar doğal müttefikleri olan kadınları, lezbiyenleri, geyleri ve transları kaybedecekler, kaybediyorlar da. Bu yazı, diyalog kurmak yerine “no debate,” yani “senle tartışmıyorum” diyen trans aktivizm yürütenleri değil, yeterince bilgilenmeden bu aktivizmin savunucusu olanlara: Bu bir tatbikat değil! Talep edilen, senin hakların, benim haklarım. Bu haklarından ve kazanımlarından, gözü yaşlı bir duygusallıkla feragat etme hakkını sana vermedim, vermiyorum!