Feminist mücadelenin hedefini kadınların özgürlüğü/kurtuluşu olarak görüyoruz.
Kadınlar, patriyarka/ataerki koşullarında ezilen ve sömürülen cinsiyet olarak politik bir sınıf oluştururlar. Bu cinsiyet sınıfının yarattığı koşulların içine girmek için dünyaya kız bir bebek olarak gelmek yeterlidir.
Toplumda kimin kadın olduğunun tespiti rastlantısal değildir. Kadınların ezildiği ve sömürüldüğü toplumsal koşullar bedenlerimizin niteliklerine dayandırılarak şekillendirilmiştir. İnsan türünü üremeye dayalı olarak kategorize eden insanlık, dişi insanın doğurganlığının denetim altında tutulacağı ataerkiyi buna dayandırmıştır. Ataerki ve bu çerçevedeki heteroseksüel tek eşlilik, bir bebeğin babasının kim olduğunu tespite ve soyun kadınlar değil erkekler üzerinden devam ettirilmesine yarayan bir çerçeve oluşturmuştur. Sonuç olarak da kadınların sistematik erkek şiddeti ya da bunun tehdidi altında yaşaması, bedenlerini ve cinselliklerini tamamen erkeklerin denetimine sokmuştur.
Kadın olmanın giyim kuşamla, tavırla, sözde güdüsel davranışlarla ilgisi toplumun ataerkiye dayanan yargılarıyla şekillenmiştir. Biz bu yargıları kabul etmiyoruz. Kadınların somut gerçekliğinin bedensel nitelikleri olduğunu çünkü bu niteliklere dayalı olarak ezilip sömürüldükleri bir yaşama doğduklarını savunuyoruz. Bu çerçevede dişi bir insan olarak doğmak bir kız çocuk olmayı ve yetişkinlikte kadınlığı kaçınılmaz olarak tanımlıyor. Cinsiyetlerin kategorizasyonun tarihsel ve toplumsal olarak neye önem verildiğine göre oluştuğunu kabul etmekle birlikte, dişi bir insan olmaktan daha nesnel bir kadınlık tanımı olduğunu düşünmüyoruz.
Güncel terminolojiyi kullanarak, kadınları dişi insanlar olarak tanımlamak onları homojenleştirmez. Bilimsel yaklaşım tarihsel olarak dişi olmayı da tıpkı daha geniş çerçevede toplumsallık içinde kadın olmak gibi belli standartlara sokmaya çalışmış, çeşitliliği patalojikleştirmiştir. Ancak bedensel niteliklerimiz yalnızca gözlemlenebilir doğurganlık potansiyelimizi gösterir. Mutlak, mükemmel bir dişi beden yoktur. Hepimiz bedensel farklılıklarımız, noksanlarımız ya da fazlalıklarımızla bu evrende yaşayan kadınlarız.
Toplumsal cinsiyetin katılığı, sınırları çok daraltılmış kadınlık ve erkeklik modelleri ortaya çıkarmıştır, hala da çıkarmaktadır. Özellikle kadınların bu toplumsal cinsiyet sınırlarını aşan bedensel ve zihinsel, davranışsal çeşitliliği bastırılır ki cinsiyetleri temelinde ezilmeleri ve sömürülmeleri mümkün olsun. Oysa kadınlar birbirinden farklıdır. Bedenleri çeşit çeşittir ama sürekli uzuvlarının boyutlarının kusurlu olduğuna inandıkları bir kültürde yaşamak zorundadırlar. Sınıfları, ırkları, etnik aidiyetleri, dilleri ve bunlara dayanan toplumsal konumları da birbirinden farklıdır. Bu durum aynı zamanda birbirimizin arasındaki diğer zulüm eksenlerine, hiyerarşilere kör kalmadan örgütlenebilme, bunlara rağmen aramızda bağlar keşfetme ve kurma ihtiyacını doğurur. Farklılıklarımıza kör olmadan benzerliklerimize odaklanarak örgütlenmeyi savunuyoruz.