Bunlar, üzerinde kısmen ya da tamamen uzlaştığımız ama üzerinde tartışmaya devam ettiğimiz düşüncelerimiz. Dilimizden dökülenleri biraraya getirdik.
- Cins/cinsiyet ve sınıf bilinci: Kadınlar üreme/yeni nesli meydana getirme kabiliyetleri temelinde bir sınıf oluşturur. Cinsiyet, herhangi bir özel çaba gerekmeksizin en temel insan duyuları ile ayırt edilebilen değişmez bir karakteristiktir. Değişmez bir karakteristiğe atıfla üzerlerinde bir bütün olarak tahakküm kurulabilen ve kurulan bir grup, ayrı bir cinsiyet sınıfı teşkil eder. Kadınlar bu toplumda, cinsiyetleri temelinde ezilen ve sömürülen bir sınıftır ve kadınların sömürülmesi, bir sınıf olarak erkeklerin çıkarınadır.
- Kadınların ezilmişliği tarihseldir. Kadınların ezilmesi toplumsal ve tarihsel olarak örgütlenmiş bir mekanizmayla gerçekleşir. Bunu gerçekleştirmek için temel alınan nitelikleri cinsiyetleridir. Bu, tarihsel süreci belirleyen kaçınılmaz bir sebep değil, bir tarihsel dönüm noktası ve hala güncel olan bir “bahane” olarak ele alınmalıdır.
- Dünyadaki tüm acıları ortadan kaldırma sorumluğunun feministlerin omzuna yüklenmesi haksızlıktır. “Her şeye karşı çıkmıyorsan hiçbir şeye karşı çıkmış olmuyorsun” mantığı da yolumuzda engel teşkil ediyor. Her şeyi kapsayamayız ve kapsamamalıyız.
- Karşımıza ataerkiyi alıyoruz.
- Feminizmi eşitlik değil, erkek egemenliğinden kurtuluş mücadelesi olarak tanımlamalı ve ona göre siyaset örmeliyiz.
- Kadının metalaşmasının şiddetlendiği (ve bu metalaşmanın daha geniş çevrelerce gizliden veya açıktan kabul gördüğü) ve daha da yalnızlaştığı koşullar içindeyiz. Dünyanın her yerinde aşırı sağ yükselirken, ilk göz konulan kadınların kazanımları ve hakları oluyor. Kürtaj hakkı, çocukluk hakkı, kanun önünde eşitlik hakkı, evlilik içi haklar, bunların hepsi sadece Türkiye’de değil, dünyada şiddetli bir saldırı altında. Bu durumu daha çetrefilli hale getirense “ilericilik” adı altında bu post-truth ve postmodern dönemin kadınlara verdiği zararın görünmez kılınması.
- Aynı ≠ eşit: Aynı değiliz, buna mecbur da değiliz ve bu bir sorun değil.
- Bazen çemberi yeniden icat etmek gerekir.
- Feminist siyaset bir takım akademik, siyasi ve entelektüel figürlerin tekelinde değil. Yukarıdan aşağıya değil, yatay ilişkilenmelerle, nesilden nesile aktarılan ve nesillerarası paylaşımla zenginleşebilecek kolektif bir bilgi ve siyaset üretiminin peşindeyiz.
- Doğanın tahakküm altına alınması, kadınların da tarihsel olarak doğaya ait görülüp ezilen ilk insan grubu olmasıyla birebir ilgili. Kadınların kurtuluşu, ‘varsayılan insan’ olan erkeğin canlı-cansız her şey üzerinde hakim olmadığı, bütün kaynaklara el koymadığı bambaşka bir dünyanın koşulları oluşmaksızın mümkün değil.
- Ütopyamız sadece kadınlardan oluşmuyor olabilir ancak kadınların kendi potansiyellerini yükseltmek için erkeklerden en azından siyasi olarak kopmaları, öz-örgütlenmeleri bir ihtiyaç.
- Mağduriyet hiyerarşisi: En mağdur olanın en haklı olduğu hiyerarşi, aslında kendini en mağdur “yansıtabilenin,” toplum tarafından en mağdur kabul edilebilenin en haklı olduğu bir düzlem. (Kadınları merkeze alan bir platform, ister istemez hep mağduriyetlere değinmek zorunda kalacak. Bunu yaparken mücadele seçeneğine odaklanmak gerekir. Kadınların yaşadıkları mağduriyetleri tespit ederek bunu tek başına haklılık gerekçesi olarak sunmak değil, bunun genel toplamda aslında neden yaşanmaması gereken ve nasıl baş edilecek bir mağduriyet olduğunu hep hatırlamak ve hatırlatmak lazım.)
- Gidip anneannemize, annemize, kardeşimize, tanıdığımız bir kadına sen anlat diyelim.
- Bu çemberde, öğreten de öğrenen de, üreten de biz olmalıyız, feminist kadınlar.
- Yapacağımız her işte mümkün olduğu ölçüde fikir birliğine varmamız gerekir.
- “Kadın Çemberi” adının kişisel söylemler için kullanılmaması çok mühim.
- Toplumdan bağımsız, insanın saf hali, sıfır noktası diye bir şey yok. Cinsellik ve cinsel yönelim, insanın toplumsallaşmasına dair. İnsan cinselliğinin zenginliği, sadece toplum tarafından belirlenmiyor, ama sadece doğuştan gelen niteliklerle de belirlenmiyor.