Kadın ne demiş?
Gerçekten ilginç zamanlarda yaşıyoruz. Zamanımızın en çok okunan ve izlenen çocuk kitapları serisi Harry Potter’ın yazarı, 4 sene önce Twitter’daki paylaşımları üzerinden bir “kültür savaşı”nın ortasına dalmış, basın ve sosyal medyada eleştiri, suçlama ve tehditlere maruz kalmıştı.
Ne yazmıştı? Kime destek olmuştu? Konu neydi? gibi soruların yanıtını bulabilmek için yeni medya okuryazarlığında bir aşama atlamamız gerekti çünkü o dönemde Rowling’in konuya nasıl dahil olduğuna dair tarafsız (!), güvenilir, bilgiye dayalı bir haberi bulamamıştık. Rowling’in azılı TERF olduğunu yazanlar, Rowling’in ne yazdığını hiç alıntılamadı. Bu kültür savaşında ana akımı, yerli akımı, sol tandanslı akımıyla basın ve medya, habercilik yapmak yerine davul çalmayı tercih ettiğini belli etmiş oldu. İYİ AMA KADIN NE DEMİŞ? Korkunç şeyler!
Konuyu anlamak için Rowling’i Twitter’da yakından izlemek zorunda kaldık. Rowling, arkadaş gruplarını dağıtan, Facebook gruplarında kavga çıkmasına yol açan tweetlerinden sonra kendi bloguna, neden kadınları savunduğunu ve taraf olduğunu kendi kişisel hayat hikayesini de katarak anlattığı bir yazı yükledi. Bu yazının “siz okumayın diye ben özetliyorum” yorumları, YouTube ve diğer sosyal medya ortamlarında yazıdan daha çok paylaşıldı diyebiliriz. Bir tarafa Rowling’in kendi yazısını, bir tarafa da özetleri koyduğumuzda açılan uçuruma düşmemek için kadınlar olarak birbirimizi bulmak zorunda kaldık (bu da bir gerçek).
İşte bu dönemi ve Rowling’in bir yazar, bir kadın, bir feminist olarak üstlendiği rolü ve sonrasında yaşadıklarını aktarmayı kendisine amaç belirleyen, tarafsız değil ama bence dengeli bir sesli belgesel yapıldı: The Witch Trials of JK Rowling. Podcast sevenler ve İngilizce dinlemekte zorlanmayanlar, yeni tamamlanan 7 bölümlük sesli belgeselde JK Rowling’in “bu bir tatbikat değil” diyerek Twitter üzerinden bir tartışmaya taraf olmasının hikayesini ve kendi nedenlerini dinleyebilir. Çok fazla sürpriz kaçırmadan, bu sesli belgesel üzerine birkaç not aktarmak ve bir inceleme yapmak istiyorum.
Bölümler
- Plotted in Darkness: Joanne Rowling ile söyleşi, yazarlığa başlaması, ilk Harry Potter kitabının yazılmasının arkaplanı, ilk evliliği, şiddet, boşanma, annelik
- Burn the Witch: geçmişte cadı avları, 90’lar ABD’sinde yalan haberlerin yayılmasında medyanın rolü, çocuklara ve gençlere cadılık övüyor diye kitap serisinin köktenci Hıristiyanlar tarafından tehdit olarak görülmesi ve kampanyalar, kitap yasaklama davaları
- A New Pyre: Rowling ve Potter’ın büyüyen hayran ağları, çevrimiçi Potter forumları, Tumblr, 4Chan ve benzeri çevrimiçi alt kültürler ve “tumblr-genders”ın ortaya çıkışı
- TERF Wars: Radikal feminizmin 70lerdeki aktivist kökenleri, Geceyi Geri Al yürüyüşleri, ilk kadın sığınma evleri, bugünki “seninle tartışmam” (no debate) ortamı
- The Tweets: 19 Aralık 2019’da Rowling’in Maya Forstater’a destek çıkan Tweet’i ve sonrasında yazdıkları, aldığı tepkiler ve karalama kampanyası, benzer ifadelerinden dolayı hedef alınan ve linç kampanyasına mağruz kalan yazar, şair, akademisyen kadınlar
- Natalie and Noah: sunucu Megan Phelps-Roper’ın kendi gey karşıtı Hıristiyan aktivizmi ve dönüşümü, Contrapoints (Natalie Wynn) ve Noah ile ayrı ayrı söyleşi
- What if you are wrong?: tarihte cadı avları, “suçlanan kadınların suçlarına itiraz etmelerinin imkansızlığı”nın tarihi, The Witches, Salem 1692’nin yazarı Stacy Schiff, Rowling’in “ya yanılıyorsan” sorusuna yanıtı.
- Planlanan bölüm
Bu sesli belgeselin iddialı tarafı, bir tarafta JK Rowling ile onun destek verdiği kadınlara, diğer tarafta da JK Rowling’i transfobik olmakla eleştiren Harry Potter okurlarına ve trans aktivistlere yer vermesi. Bu aslında düzgün gazetecilik yapmak isteyenler için ciddi bir zorluk, hatta eşik. Ben belgeselin çok daha fazlasını yaptığını, bir tür tarihçe yazarak bu tartışmaların çıktığı dönemleri de iyi incelediğini düşünüyorum.
TERF kavgasının iki tarafına mikrofon uzatmasına rağmen, hikayenin merkezinde gerçek adıyla Joanne Rowling ve onun hikayesi var. İlk bölüm, Rowling’in kendi hayatını, yazarlığa başlamasını, ilk evliliğini, o evlilikten kurtulmasını ve ilk romanını yayınlamasını anlatmasıyla başlıyor, kısacası, bu bölümde Rowling’in hayatını kendi ağzından dinliyoruz. İkinci bölümde, 90’larda ABD’deki gençlik kültürüne, 24 saat haber sirkülasyonuna, toplu silahlı saldırılara, Oklahoma bombalaması, Los Angeles’ta ırk isyanları, Columbine silahlı saldırısına zamanda geri gidiyor, Harry Potter serisine karşı özellikle ABD’de kampanyalar düzenlenen dönemdeki gençlik kültürüne ve ana tartışmalara bakıyor. Daralan şimdiye sıkışan bizler için bu iyi bir hatırlatma oluyor. Sadece Potter serisinin köktenci Hıristiyanlar tarafından hedef alınmasını değil, gençlerin medya kullanımı ve kültürleri üzerinde etki eden televizyon, internet, teknoloji, bilgisayar, savaşlar ve krizlerin seyrini izliyor. 90’ların körfez savaşları, ırk isyanları, MTV’den 2010’ların Tumblr’ına bir panorama çiziyor; akışkan cinsiyetçilikten avatar gibi seçilen kimliklere, trendlerin yayılmasını etkileyen yeni medya kullanımı, günümüzdeki çatışmaların da kaynağı.
Bu tarihsel çerçeveleme, kitap yasaklamayı ve o yasaklama zihniyetinin ardındaki hezeyanla tarihteki cadı avlarını aynı eksene yerleştiriyor. Bu eksendeki örnekler bizden uzak olsa da, örneklenen hezeyanlar hiç de yabancı değil. 1990’larda ABD’de Hıristiyan gruplar, Potter’daki doğaüstü güçleri, fantaziyi kendilerine ve insanlığa bir tehdit olarak algıladılar. 2020’lerdeki cadı avından önce, Potter serisinin ve yazarın karşılaştığı ilk tehdit bu oldu. Joanne Rowling, bu tehdidi ilk defa 1999’da fark etmiş. İlk ciddi tehdit ise 2000 yılında, kitap imza gününde bomba ihbarı ile olmuş. Kitabın ünü muazzam bir seviyeye ulaşırken, çocukları ve toplumu tehdit ettiği iddiasında bulunanların sayısı da benzer şekilde artmış. Podcasti yapanlar, ABD’deki kitap yasaklama hareketinin G.W. Bush yönetimi tarafından desteklendiğini iddia ediyorlar. Kültürel olarak tecrit edildiklerini iddia eden bu Hıristiyan gruplarının aslında yönetimin bir parçası olduğunu, o dönemde Bush’un metin yazarı olan Matt Latimer’in hatıratına dayanarak ileri sürüyorlar. Bush yönetimi, kitapları cadılık üzerine olduğu için Joanne Rowling’in Özgürlük nişanını almasına itiraz etmiş.
Kısacası, belgeselin başlığında Rowling’in cadı mahkemelerinde yargılanması derken, buna ABD yönetimi tarafından kara listeye alınması da dahil. Köktenci Hıristiyanlar, ardından da yakın dönemde trans hareketinin yürüttüğü karalama ve susturma kampanyalarına, belgeselin tarihteki cadı avlarının ortaya çıkışı ile bugünkü korku yayma ve kültleşmenin toplumsal dinamiklerinin ilişkisini çok iyi kurduğunu ve bölüm sıralamasının çok iyi tasarlandığını düşünüyorum. Bizim için fazla ABD odaklı olmasına rağmen, Harry Potter serisinin izinden, son 30 yılın internetle şekillenen kültür ve siyasetinin tablosu çıkıyor.
Üçüncü bölüm, Harry Potter fan gruplarına ve özellikle Tumblr’da ortaya çıkan gençlik altkültür gruplarına odaklanıyor. 2016 yılında Potter hayranları, Joanne Rowling’i, Amerikan yerlisi büyücülere “kültürel olarak el koymakla” suçlamışlar. Bu hayranlık kültünde Rowling giderek koruyucu ideal anne figüründen kötücül cadı figürüne dönüşmüş. Bu bölüm, Potter hayranı olmayan, Tumblr ve benzeri forumlarda zaman geçirmemiş biri olarak çok şey öğrendiğim bir bölüm oldu. Yazar, kitabın hayranları arasında kendini savunmasız, yalnız hissedenlerin olduğunun, Harry Potter dünyasının onlara bir sığınak sağladığının farkında. Öte yandan grup dinamiklerinin zorbalığa nasıl yer açtığının da farkında. Rowling, Harry Potter kitaplarında ezilenlerin, ezenler karşısındaki mücadelelerindeki gizli tehlikelere ve yanılgılara, her karakteri siyah veya beyaz algılama yanılgısına vurgu yapıyor. Kısacası bu bölüm, sanal dünyadaki adalet özleminden “senle tartışmam” ve linç kültürüne geçişin tekno-toplumsal anatomisini çıkarıyor.
Dördüncü bölüm “TERF Savaşları”na ayrılmış, beşinci bölüm ise bu savaşta Joanne Rowling’in Twitter’da Maya Forstater’e destek vererek dahil olduğu kısmın Twitter arayüzündeki tarihçesini aktarıyor. Altıncı bölüm, şu anda YouTube’da neredeyse 1,7 milyon abonesi olan trans aktivist Contrapoints (yani Natalie Wynn) ile 13 yaşında adını Noah diye değiştiren ve 16 yaşında göğüslerini aldıran, şu anda 17 yaşında olan, kendisini “erkek” olarak tanımlayan Noah’ya yer veriyor. Noah kendi dönüşüm hikayesini anlatıyor. Contrapoints ise kendisi de “boykot kültürüne” (cancel culture) maruz kaldığından, kendince karşılıklı diyalog ve tartışma kültürünün savunusunu yapıyor (öte yandan karşı kamptakilerden “nefret dolu yobazlar” diye bahsetmeyi de sürdürüyor).
(Contrapoints, belgesel yayınlanmaya başlamadan hemen önce, Twitter’da bu programa katılmasının kendi “muhakeme kusuru” olduğunu yazarak, pişmanlığını ifade etti ve takipçilerinden özür diledi. Daha sonra konuyu yine YouTube ve Twitter’dan işledi, programın sunucusu Megan Phelps-Roper ile karşılıklı yazışmaları, bu bahsedilen cadı avı mahkemelerinin bir başka safhasına dönüştü. Örneğin, Contrapoints’in YouTube kanalında belgesele yanıt olarak yayınladığı 2 saatlik bölüme “The Witch Trials of J.K. Rowling”, Avustralyalı felsefe profesörü ve feminist Holly Lawford-Smith yanıt vererek, Contrapoints’in hatalı argümanlarına yanıt verdi. “A Gender-Critical Feminist Responds to ContraPoints”.)
Rowling’in tavrını ve cesaretini son derece takdir edip onun tavrından cesaret almaya çalışmış olmakla birlikte, bir Potter hayranı olmadığımdan Rowling’in hayatına dair pek bir fikrim yoktu. Onu daha iyi tanıma fırsatı buldum. Bu belgeseli dinlerken bir ara verip, Rowling’in 2008 yılında Harvard Üniversitesi’nde açılış konuşmasının videosunu bulup onu da dinledim ve Rowling’in hitabet gücüne ve mizahına hayran kaldım. https://www.youtube.com/watch?v=wHGqp8lz36c
Joanne Rowling’in Kabahati
Rowling’in bu son linç kampanyasında suçlandığı kabahati üzerinde biraz duralım (sesli belgeseli dinlemek isteyenler bu kısmı atlayarak bir sonraki bölümü okuyabilir). Rowling’in en büyük kabahati, Harry Potter okurlarının yazar Rowling’den bekledikleri ezilenlerden taraf olan, haksızlık karşısında sesini çıkaran bir kişinin ahlaki duruşunu ve “anneliği”, başka kadınlara karşı göstermiş olması, onlara destek olması, ve en önemlisi, kamusal alanda fikrini söylemesiydi. Rowling, bu TERF savaşlarında ünü ve çok sayıda takipçisi olması dolayısıyla çok göz önünde olan, ve bu nedenlerle de basının her hareketini izlediği ve konu ettiği bir şahıs. Rowling’in maruz kaldığı tacize, tehdit ve karalamaya maruz kalan ve bu karalama kampanyaları yüzünden işini kaybeden pek çok kadın oldu, çok daha fazla kadın da sesini çıkarmayıp göze batmamayı, sosyal medyada ise tamamen anonim bir varlık sürdürmeyi tercih etti.
Tarihte cadı diye mahkemelere çıkartılıp sonrasında yakılarak öldürülenlerin dışında yakın dönemde “yanlış fikirlerini ifade ettiği için” kampanyaların hedefi olan, işini ve geçim kapısını kaybeden kadınlar sesleriyle bu belgesele konuk oluyorlar. Beşinci bölümden o kadınlardan bazılarından bahsediliyor, örneğin, yayınevi Harper Collins, çocuk kitapları yazarı Gillian Phillip’in sözleşmesini feshetmiş; insan hakları avukatı ve profesör Rosa Freedman işten çıkarılmış; mahkum hakları alanında çalışan, profesör Jo Phoenix, Open Üniversitesi’ndeki görevini bırakmak zorunda kalmış; İskoç şair Jenny Lindsay o kadar çok tehdit almış ki polis, kamuya açık etkinliklere katılmamasını telkin etmiş; felsefe profesörü Kathleen Stock, kampüste öğrencilerin protestolarından sonra derslerine güvenlik nedeniyle evinden katılmak zorunda bırakılmış ve sonra Sussex Üniversitesi’ndeki görevinden istifa etmiş. Bu isimlere eklenecek daha pek çok kadın var.
Rowling 2018 yılında, transfobik bir Tweet’i beğenmekle suçlandı. Pink News’a göre, Rowling’in temsilcisi, Rowling’in “orta yaşlı bir sakarlık anında” Tweeti yanlışlıkla beğenmişti. Tweet, İşçi Partisi’ndeki kadın düşmanlığı üzerineydi. Rowling 2019 yılının Haziran ayında, radikal feminist YouTuber Magdalen Berns’i Twitter’da takip ettiği için suçlandı. Bir ünlünün hayatını didikleyen sansasyon basını için bunlar peynir ekmek kapısı. Ama bu haberleri incelediğimizde hep Twitter’dan bir paylaşımın önce sansasyon basınında, oradan da daha ana akıma söylenti gibi aktarıldığını görebiliyoruz. Örneğin, Rowling’in temsilcisi Rebecca Salt, Pink News’a konuşmuş, ayrıca Indi100’e konuşup aynı şeyi söylemiş, ve oradan ana akıma, oradan TV kanallarına, böylece ana akım haber medyası da bu karalama kampanyasının ciddi bir aracı olmuş.
Rowling kendi tavrını, 2019 Aralık ayında, iş sözleşmesi uzatılmamış olan Maya Forstater’a Twitter’da destek vererek gösterdi ve açıkça tarafını belli etti. Forstater, İngiltere’de toplumsal cinsiyet kimliği kavramını eleştirdiği ve sosyal medyada fikirlerini yazdığı için iş sözleşmesinin uzatılmadığını iddia ederek işverenine karşı iş mahkemesinde dava açmıştı (bu ilk davayı kaybettikten sonra Forstater temyize başvurdu ve mahkeme, 2022 yılında toplumsal cinsiyeti eleştiren fikirlerinden dolayı Forstater’ın ayrımcılığa uğradığına ve haksız yere işten çıkarıldığına karar verdi.)
İstediğini giy.
Kendine istediğin adı ver.
Seninle olacak, rıza göstermiş istediğin yetişkinle birlikte ol.
Hayatını en iyi şekilde, huzur ve güvenle yaşa.
Ama cinsiyet gerçek dediği için kadınları işlerinden kovdurmaya zorlamak?#Maya’yı Destekliyorum #Bu Bir Tatbikat Değil
Rowling’in bu hamlesi, Rowling şahsında üzerinden anlatılan bu kültür savaşlarında bir dönüm noktası oldu, bir hat belirledi diyebiliriz. Örneğin Kathleen Stock kendi blogunda “This is not a drill” başlıklı bir metin yazdı, bu metni sonra Rowling Twitter’da paylaştı. Stock üniversitede öğrencilerin protestosuyla karşılaştı. Rowling’in kimi beğendiği, neyi paylaştığının izlenmesi gibi, sosyal medyada, forumlarda ve gruplarda aynı kamplaşma, damgalama ve “tartışmama”, yalnızlaştırma ve çeşitli zorbalık biçimleri yaşandı ve yaşanmaya devam ediyor. Türkiye’de bu paylaşımlardan sonra Türkiyeli feminist kadınlarla bir arada Rowling de Hormonlu Domates ödüllerinde transfobik olarak damgalandı. Rowling’in bu yukarıdaki Tweeti, transfobik olmasına kanıt olarak kullanıldı ve aslında hem arkadaş gruplarında, hem basında, olgulara dayanmayan bir tartışma yürüterek tarafgirlik yapmanın turnasol işlevini taşımaya başladı.
Rowling bu açık tavrından sonra kadının adının silinmesiyle ilgili aşağıdaki Tweeti paylaştı:
“Regl olan insanlar.” Eminim bu insanlardan bahsetmek için kullandığımız bir kelime vardı. Neydi, biriniz yardımcı olsun. Kadin? Kudan? Kiden?
Görseldeki metin: “Görüş: Regl olan insanlar için KOVİD-19 sonrasında daha eşit bir dünya yaratmak.“
Rowling gibi toplumun gözü önünde olan bir kadının aldığı bu tavır, sadece İşçi Partisi ve İngiltere ve İskoçya’daki siyasetçilerin tarafgirliğini veya suskunluğunu göstermekle kalmadı, Human Rights Watch, Amnesty International gibi prestijli insan hakları kuruluşlarının tartışmaya katılmayıp slogan düzeyinde “Trans Hakları İnsan Haklarıdır” demelerini ve kurumların bu toplumsal cinsiyet ideolojisiyle hareket ettiklerini de daha fazla insanın görmesini sağladı.
Gazetecilik hala mümkün mü?
Gelelim bu sesli belgeseldeki gazetecilik performansına. Gazetecilikte “tarafsızlık” iddiası oldukça tartışılmış ve eleştirilmiş bir pozisyondur. O yüzden bu belgeselin yapımcılarının, yakın arkadaşlar arasında bile yıkıcı bir anlaşmazlığa neden olagelen bir konuyu nasıl ele alıp işleyeceklerini, içerik kadar merak ettim. Belgeselde dikkat ettiğim şeylerden biri, programın yapımcısı ve sunucusu Megan Phelps-Roper’in konuklara ne sorduğuna ve nasıl sorduğuna odaklanmak oldu. Onun dışında, programın konuk zenginliğinin ve akışının, anlatı çerçevesinin gayet başarılı olduğunu düşünüyorum. Konuya aşina biri olarak bana çok şey öğretti ve düşündürdü, tansiyon bir an bile düşmedi.
Bu belgeselin yapılmasını çok kıymetli buluyorum ve içinde bulunduğumuz bu dönemin böylesi bir kaydının yaratılmasının olumlu olduğunu düşünüyorum. Gazetecilik ve yayıncılık açısından ise bu yapıta dair iki şeyi tartışabiliriz: sunucu Megan Phelps-Roper’in, bir anlatıcı olarak kendi hikayesini, yapı kurucu bir anlatı unsuru olarak belgesele dahil etmesi. Diğeri de, yapımı üstlenen The Free Press’in (“Özgür Basın”) kurucularından Bari Weiss’ın üniversite yıllarında Columbia Üniversitesi’nde bazı hocalara karşı antisemitizm suçlamasıyla kampanya yürütmesi ve benzer bir kişileri hedef alma tavrını gazeteciliğinde de sürdürmüş olması.
Megan Phelps-Roper, bu sesli belgeselde anlattığı gibi, geçmişinde Harry Potter serisini yasaklamaya çalışan Hıristiyan gruplar gibi aşırılıkçı bir grup olan, gey karşıtı Westboro Baptist Kilisesi’nin inançlı üyesiymiş ve gençliğinde hem sosyal medyada hem gerçek hayatta kilisenin öğretilerini yaymak için çalışmış. Twitter’da kendisine yöneltilen bazı sorulardan sonra kilise cemaatinden ayrılmış. İnanca dayalı öğretilerin etkisinden kurtulmanın mümkün olduğuna, açık tartışma ve diyaloğun iyi gazetecilik yaparak mümkün kılınabileceğine inandığı için bu projeyi yarattığını söylüyor. Kendi hikayesinden hareketle, belgeselin yedinci bölümünde Joanne Rowling’e dönerek şu soruyu yöneltiyor: Ya yanılıyorsan? Joanne Rowling’in yanıtı beni ikna etti, sizi de edecek mi bilmiyorum.
Rowling, sözlerinin sonunda, bu kültür savaşındaki asıl tehlikeye işaret ediyor:
“Sol giderek daha bağnaz, otoriter ve ahkamcı hale geldikçe, bir sürü insanı sağa, hatta sadece sağa değil alternatif sağa itiyoruz. Beni asıl korkutan bu.” (“as the left becomes increasingly puritanical, authoritarian, and judgmental, we are pushing sways of people not just to the right, but to the alt-right. That’s what scares me.”)
Ben de bu “TERF – Trans” kavgası şeklinde magazinleştirilen çatışmanın fay hattının çok daha derinde ataerkide yattığını ve solun gerçeklikle ilişkisini yitirmesinin çok tehlikeli olduğunu düşünüyorum ve bu dönemin kaydının düşülmüş olmasından dolayı memnunum. Umarım yola çıkaran ve bir yere götüren tartışmalara vesile olur.
“Kendimizden en çok emin olduğumuz anlarda şüphe duymalı ve bir şey yaparak ya da söyleyerek adrenalin patlaması hissettiğimiz anlarda kendimizi en çok sorgulamalıyız. Birçok insan bu adrenalin patlamasını vicdanın sesi sanır. Benim dünya görüşümde vicdanın sesi çok cılız ve rahatsız edici bir sesle konuşur, bir daha düşün, daha derinden bak, bunu dikkate al der.”
“We should mistrust ourselves most when we are certain, and we should question ourselves most when we feel a rush of adrenalin by doing or saying something. Many people mistake that rush of adrenalin for the voice of conscience. In my worldview, the voice of conscience speaks in very little and inconvenient voice, it says think again, look more deeply, consider this.”